25 Kasım 2009 Çarşamba

Geliyoruz !




Oynanmayan hiç bir maç kaybedilmiş değildir. Her şeye rağmen, tüm karamsarlıklara rağmen, y1d1 li halimizle bile Old Trafford'a galibiyet için geliyoruz.

6 Kasım 2009 Cuma

Demir(ören) Lady


Yıldırım Demirören'in takdir ettiğim nadir özelliklerinden biridir eşinin tribünlerde yanında yer almasına olumsuz yaklaşmaması. Aslında hep tribünlerde görmek istediğimiz şeyler bunlar. Futbolun tamamen erkek oyunu olmadığını göstermesi açısından. Gelme azmi gösterdiği için Revna Demirören'e, bu duruma muhalif olmadığı için de Yıldırım Demirören'e teşekkürü şahsım adına bir borç bilirim.

Revna Demirören bazen öyle durumlarda öyle tavırlar sergiledi ki bazı zamanlarda, Yıldırım Demirören yerine Revna Demirören Başkan olsa çok daha iyi olacak diyen taraftar gördüm çokça. Aslında katılmıyor değilim, ekleyip sonra sildiğim bir ankette "kim başkan olsun" diye sormuş, cevap şıklarına "Yıldırım Demirören hariç herhangi biri (Bush Dahil)" diye bir seçenek ekleyip kendi oyumu da bu şıktan yana kullanmıştım. Neyse efendim lafı fazla uzatmadan yazımın amacına geleyim. Dedik ya Revna Demirören takdir toplamıştı diye, Denizli maçı ile berbaber bu sempati antipatiye dönüşmeye başladı. En son beyanatında da Revna hanım "Eşime istifa etmesi yönünde bir baskı yapmış değilim, tersine aday olması için ben teşvik ediyorum" demiş. Ben de Revna hanım lütfen diyorum, yapmayın diyorum, acıyın bu taraftara diyorum kansere adım adım yaklaşıyoruz diyorum. Yeter diyorum.

Eğer en ufak bir etkiniz var da bunu istifa etmesi yönünde kullanmıyorsanız ahirette dahi iki elim yakanızda diyorum. Yeter ya daral geldi a aa.

5 Kasım 2009 Perşembe

Bir ihtimal daha var..


Beşiktaş, Wolfsburg maçı neticesiyle 1 puanda kalarak avrupa macerasına veda etmiş oldu - mu? -

Maç sonrası herkes gibi ben de çok üzüldüm. 3 gole değil, oynanan kabullenmiş oyuna çok üzüldüm. Sevinmek için sevmedik ama arada sevinsek de fena olmaz dedim kendi kendime. Ha belki 2 kupayı unutup vefasızlık yapıyorumdur ama olsun. 10 sene 2. olup cl'ye gitmeyi 10 yılda gelecek 2 şampiyonluğa tercih ederim doğrusu. Dolayısıyla 2 kupayı unuttum. Vefasızlık yapıyorum.

Fenerbahçe ve Galatasaray'la yarışıp üstün olduğumuzu varsayalım (istatistiksel olarak), bu klüplerden UEFA kupası, Süper Kupa almış, diğeri bizim henüz gruptan dahi çıkamadığımız şampiyonlar liginde çeyrek final oynamışken lokal ligdeki üstünlük beni çok da sevindirmez. Konu bunlar değildi tabii nereden girdiysem? Bağlamadan çıkacağım.

Bir önceki yazımda da dediğim gibi, "Beşiktaş adının olduğu her yerde umut vardır". Bu demek değil tabii matematiğe isyan edip reddedelim, Son iki maç öncesi 9 puan fark atmış Man.U yu geçeriz diyelim. Ama matematik bize olur diyorsa ve mevzuu bahis Beşiktaş ise olabilir. Çıktım.

4 Kasım 2009 Çarşamba

Beni Kör Kuyularda Merdivensiz Bıraktın..


Her ne kadar önceki maçlarda oynanan oyun bize bir şey söylemeye çalışsa da, tıkayıp kulaklarımı "Beşiktaş adının olduğu her yerde umut vardır" , "Biz inandık sizlerde inanın" dedim. İnanıyordum kazanacağımıza, ancak bütün inancım akşam saatlerinde aldığım haberle sona ernstdi. Umuduma cin biberi yedirip ishale transfer etmişlerdi. (Bağırsak enfeksiyonuymuş peh, bal gibi ishal işte) Yalnız kalmıştım.

Aslında ilk değildi yalnızlığım, her önemli maçta, hani şu maçı alırsak çok şey değişecek, bu maçı alırsak bu devran tersine dönecek dediğimiz tüm maçlarda maç düdüğüyle beraber yalnızlığın sesi Fink atmaya başlıyordu beynimde. Bu sefer Fink atsın farklı olsun dedim ki atmaya Fink'ten yakın kimse olmadı. Sarı kafasıyla kardeşimin çocukluğuna benzetiyorum Beşiktaş'a geldiği günden beri Fink'i, bir abilik yapacaktı olmadı. Ama hakkım helaldir kardeşime. İyi değildi belki ama Beşiktaş'ın en iyisiydi yine de. Ruh vardı.

Şunu şurada, bunu burada oynatmak değil, sadece oynatmak dert oyuncuları Beşiktaş'ta. Oynamıyorlar efendim, oynatamıyoruz. Hep onlarda bulurdum suçu ama dünkü maç benim için de milat oldu, kıçıkırık saksı çiçeği bile yerini değiştirince küsüyo, hani geçtim asist yapmasını, gol atmasını yaşama azmi bile göstermiyor. Hani lahana olsalar şaşırtmak bi nebze anlaşılır bir durum da dünkü maçta özellikle dikkat ettim lahana da değiller bu adamlar, adamlar. Alışkanlıkları, mevkileri var.

En nihayetinde kötü oynayıp haklı bir mağlubiyet aldık. Yenseydik cep telefonu melodisini şampiyonlar ligi introsu yapıp kafa bulacaktım arkadaşlarla ofisteki tek Beşiktaşlı olarak ama olmadı kafa konusu olduk, sağlık olsun. Önümüzdeki maskeli beşler sahnesine bakacağız artık.

Demirörenn yeter de, ya ilk dakikadan itibaren yeter ya da bizim işimiz değil. 2. golü yedikten sonra yeter olmadı, yetmedi. Denizli, hiç kimse güvenmezken ben güveniyordum sana, en çok da sana, ama sen ne yaptın? Beni kör kuyularda merdivensiz bıraktın.

3 Kasım 2009 Salı

Hava ayaz mı ayaz


"bloga ilk yazım daha önceki yazılarımdan biri olsun. İlk gün heyecanına verelim bu kolaycılığı."

Psikolojide, kulaktan dolma bir bilgi de olsa evreler olduğunu biliyorum. hani şu meslek ve sair konularda belli bir standardı yakalayan insanın otomatikman hobi edinmeye yönelmesinin de içinde bulunduğu evrelerden bahsediyorum. Hah işte ben o evrelerin tam da bahsettiğim noktasından geçtim geçenlerde. geçenlerde çok muğlak oldu, 7-8 sene önce diyelim. o zamanlar bir çok hobinin yanında futbol biliyor olmayı aşıp aktif takip etmeye de başladım. bu yoldaki ilk adımlarımda yanımda olan babadan kalma galatasaraylılıkla yolları ayırmayı Lucescu ile eşzamanlı ve eş yönlü yaptık.

Beşiktaş bir süre sonra Beşiktaşk oldu ki bu süreç ayrı bir konu. gittiğim ve girebildiğim tek beşiktaş maçı oldu bu sürede, athletico bilbao ile olan 3-1 lik maç. o zamanki sevgilimle gitmiştik maça, güzel kızdı hem de beşiktaşlıydı o da, hani o maç yenilsek o da ağlasa kesin kameralar zoom yapardı, öyle de masum bir tip. neyse güzel bir gündü, beşiktaş kazandığı için güzeldi. işte o gün vapurda giderken beşiktaşlı tribün müdavimlerinden bir kısmına katıldık. yol boyu elimizden geldiğince tezahuratlara eşlik ettik falan. işte orda çok romantik bulduğum bir tezahurat duydum “hava ayaz mı ayaz, şort siyah forma beyaz, bilbaoyu yeneceğiz, biliyorsun değil mi?”.

işte o gün, hava ayaz mı ayazdı, forma ise dediğimizin tam tersi. benim iskelenin yanına serilmiş işportadan aldığım çakma forma ise çubukluydu. 23 john carew.

----------------

sabah uyandığımda kaç sene öncesine uyanmış gibi oldum garip bir umut ve dilimde hava ayaz mı ayaz. evet wolfsburgu yeneceğiz diye düşündüm. sabahtan iş çıkışına kadar hep aynı sırıtık ifade, hep aynı ezgi hep aynı sözlerle dolaştım. “wolfsburgu yeneceğiz, biliyorsun değil mi?”

iş çıkışı halı saha maçında kaleye geçtim. rakip iki forvet beşiktaş forması giymiş. şansa bak. “ya bu gün için beşiktaş formasıyla atılacak gollerin bir limiti varsa?”, “ya bu denyolar limiti doldurur 2 saat sonra beşiktaşım yine gol atamazsa” diye düşünüp panter oldum kalede. şampiyonlar ligi finalinde beşiktaş kalesini koruyormuş gibi uçtum ordan oraya. 5 gol yedim en nihayetinde.

anakara’da senenin çoğunda ayaz olur ya, o gün ayaz yoktu ankara’da. beşiktaş’ta şort siyahtı ama forma beyaz değildi. ama maç başladığında çok önemli bir kozum vardı. 23 carew. dolabın derinliklerinde buldum. bu arada kilo vermişim galiba.

limit 5 olacak ki beşiktaşım pek gol atacağa benzemiyordu. yememek içinse şort vardı siyah, çubuklu formam vardı. ama hava ayaz olmuyordu bir türlü. zor oldu ama olanlar olmayanları ikna etti ki berabere bitti maç. gol yemedik. ama şu kenardan gelen şutu koltuk altından yemesem 1-0 yenecekmişiz amk.

formam çakma olduğu için -naylon gibi bişey – maç bitince çıkaracaktım, çok terletiyordu. ama o denli sevindim ki beşiktaşkımın yeniden dirilmeye başladığını gördüğüme, şimdi çıkarırım şimdi çıkarırım derken uyuyakalmışım formayla.

sabah halı sahada kendimi paralamamdan kaynaklı dizimde ve el bileğimde ağrılar olsa da gülümseyerek uyandım yüzümde dünden kalma sırıtık ifade. terlemişim epey, ağzımdan dökülen ilk sözler “havanın amına koyim” oldu, kasım ayı olmuş hala ayaz yok.